PATENTLER İLE İLK KARŞILAŞMA

1982-1984 arasında master için Kaliforniya Ünüversitesi’nin Irvine kampüsünde idim (Los Angeles). Özel ilgimden dolayı ‘toz metal’ (powder metallurgy) konusunda seçtiğim bir kitap konuları o kadar detaylı anlatıyordu ki, verilen bilgilerle atölyeye inip yazanları tekrar etmek mümkündü. Referanslarda da hep ABD patentlerinin numaraları vardı. Bu kafamı karıştırdı. Çünkü benim T.C.’den bildiğim; patent kutsal, gizli, öyle sıradan herkesin ulaşamayacağı bir şeydi. Diğer taraftan ise; ‘referans’ olarak verilen birşeye erişilebilirdi. Sonunda kütüphanenin ‘reference desk’ine* giderek, utana sıkıla kitaptaki bir patent referansını gösterdim, ‘buna nasıl ulaşabilirim?’ diye sordum. Bana ‘Hay aptal! Buna erişilmez!’ diyeceğini beklerken, ‘4. katta devlet yayınları (government publications) var, oraya giderseniz size yardımcı olabilirler’ dedi.

Şaşkın şaşkın 4. kata çıktım, aynı soruyu sordum. Beni, ‘Official Gazette’ (Resmi Gazete) lerin toplandığı, patent özetlerinin bulunduğu bir bölüme götürdüler. ‘İstediğiniz patentleri burada bulabilirsiniz’ dediler. Referans verilen patentleri buldum, ancak ne olduğu anlaşılamayan bir resimcik ve kısa bir ‘özet’ vardı. Benim okuduğum kitapta anlatılan detaylar yoktu. ‘Hah!’ dedim kendi kendime, ‘T.C.’de bize öğretilenler doğruymuş, patent dedin mi sadece özetini görebilirsin, aslını asla!’ Ama yine de ürke ürke kütüphaneciye ‘Acaba bu patentlerin asıllarına ulaşmak mümkün mü?’ diye sordum. ‘Gayet tabii, Los Angeles Halk Kütüphanesi’nde (Los Angeles Public Library) bir patent kütüphanesi var’ dedi. Yine çok şaşırmıştım.

Los Angeles Halk Kütüphanesi’ni aradım, yerini, saatlerini öğrendim. Oraya gittim. Girişteki kütüphaneciye patent kütüphanesinin yerini sordum. ‘4. katta’ dedi. Gittim. Takriben 25 metrekarelik bir oda idi. Ürkerek içeri girdim. Bir adam kolumdan yakaladı. ‘Eyvah yakalandım işte!’ diye düşündüm. Adam Meksika kökenli olduğundan kırık bir İngilizce ile konuştu, konuştu. Konsantre olamadığım için adamın söylediklerinden hiç bir şey anlamadım. Adam beni azat edince bir köşeye büzüldüm. Sonra salona başka birisi geldi, adam onu da yakaladı, başladı konuşmaya. Bu sefer kulak misafiri oldum ve her söylediğini ciddiyetle dinledim. Meğersem adam kütüphane görevlisi imiş ve ilk defa gelenlere patent arşivinin nasıl kullanıldığını anlatıyormuş...

Salonda mikrofilm halinde, 1790’dan o güne kadar alınmış tüm ABD patentleri, patent konularına göre endeksler, -üniversite kütüphanesinde de olan- her hafta yayınlanan patent özetleri ve altı adet mikrofilm okuyucusu vardı. Hala inanamıyordum. ‘Patentler erişilemez' diye biliyorudum, ama erişilebiliyordu. Bu işte bir terslik vardı. Patentlere erişilebiliyorsa, ya patentler hiç bir işe yaramıyorlardı, ya da T.C.’de bellettikleri herşey yanlıştı. Bunu anlamanın tek yolu vardı; bir tane patenti etüt etmek.

O sıralar araştırdığım şırınga imalatı ile ilgili Becton Dickinson firmasının patentleri arasından cam bir şırınganın imalat patentini seçtim (US 2684556). Mikrofilm okuyucu 1982’de sayfa başına 25 cent’e fotokopi çekiyordu. 12 sayfalık patent idi. Kopyaladım. Hafta sonunu o patentin etüdüne ayırdım. Pazar akşamı yerde miyim, gökte miyim bilemiyordum, çünkü o günkü teknik bilgimle o patentte anlatılan makinayı yapabilirdim. O patentin mucidinin ismini hiç unutamadım; Henry Molinari.

Ve tabii T.C.’de belletilenlerin yanlış olduğu ortaya çıktı...

T.C.’YE DÖNÜŞ

T.C.’ye dönerken bu patentlere Türkiye’ye en yakın nerede erişebileceğimi araştırdım. En yakın İsviçre’nin Bern kendi idi. ‘Vegetable dehydration’ (bitki kurutması) konusunda bir patent araştırması için oraya gittiğimde gördüklerim ve öğrendiklerim çok ilginç idi. Gördüğüm; insanların dirsek dirseğe patent etüt ettikleri idi. Öğrendiğim ise; Albert Einstein’ın gençlik yıllarında o kütüphanede çalışmış olduğu idi. Bern Patent Kütüphanesi’nin adresi ‘Einsteinstrasse 2’ idi. Daha sonra Londra’daki, Münih’teki ve Washington D.C.’deki patent kütüphanelerini de gördüm.

Her neyse...

Bilim ve teknolojiden 1986 yılında sorumlu olan bakana, bilim teknoloji dışında bir konuda, danışman oldum. Bakan elektrik mühendisi idi. Patentlerin teknolojik bilgilerin yayılmasını sağladığını söylediğimde bana cevabı ‘Olur mu canım öyle şey? Öyle olsaydı herşey çalınırdı!’ olmuştu...

Derken kısa süreli Washington D.C.’ye gitmesi gerekti. Seyahatine bir gün ilave etmesini, benim de seyahate katılmamı ve kendisine D.C.’deki patent ofisin kütüphanesini gezdirmemi önerdim. Gördüklerinden sonra hala bana inanmaz ise konuyu bir daha açmayacağımı söyledim. Kabul etti.

WASHINGTON D.C.’DEKİ PATENT OFİS

Washington D.C.’deki patent ofisin kütüphanesinin benim görüklerim arasında başka bir benzeri yoktu. Giriş bölümünde (takriben 200 metrekare) o güne kadar devrim yaratmış teknolojilerin patentlerinin özetleri ve açıklayıcı bilgi sergileniyordu. Enrico Fermi’nin nükleer reaktör patentinin özet sayfası ve tarihsel hikayesi diğerleri arasında idi. Kütüphanenin kendisi, adeta futbol sahası büyüklüğünde bir salondu. Yerden tavana kadar raflarda 1790 yılından o güne kadar alınmış ABD patentlerinin kağıt kopyaları, düzinelerce fotokopi makinaları, düzinelerce mikrofilm okuyucuları ve ABD patentlerinin mikrofilm kopyaları... Uzun masalarda insanlar dirsek dirseğe patent araştırması, etüdü yapıyorlardı (1986’daki manzara).

‘EL SIKMAK MEMNUN’

T.C.’nin büyükelçilik görevlileri, USPTO (United States Patent and Trademark Office)’nun halkla ilişkilerinden bir rehber ayarlamışlardı. Amerikalı rehber USPTO’nun deyişik yerlerini gezdirdi. Orada, bir de, USPTO’da geri kalmış ülke yetkilileri ile yapılan toplantılara ‘glad hand shake’ (el sıkmak memnun) toplantısı dendiğini öğrendik. Eskiden, geri kalmış ülkelerden birinin, üstelik de önemli, bir bakanı USPTO’yu ziyaretinde el sıkışırken, ‘memnun oldum’ demek için İngilizce anlamı olmayan bu tabiri kullanmış. Sonuçta ‘Glad hand shake,’ üçüncü dünya ülkeleri yetkilileri ile yapılan sıkıcı ve vakit kaybı olarak nitelendirilen toplantılara ‘takma ad’ olarak yerleşmişti.

Bakan bey daha evvel Türkiye’de bir firmada genel müdürlük yapmıştı. USPTO’dan çıkınca ‘Yahu lisans almak için adamların öpmediğimiz etekleri kalmazdı, meğerse hiç gerek yokmuş!’ dedi. Ben, ‘T.C.’de bunu anlatmaya çok çalıştım ama kimse dinlemiyor’ deyince, ‘Ağa, sen, sıradan biri olarak anlatmaya çalıştın, ben T.C.’nin bir bakanı olarak anlatacağım, bu farklı olacak!’ demişti.

O tarihten sonra bakan beyi bilim ve teknoloji konularında yönlendirmeye çalıştım. Bir tedbirler paketi önerdim (detayları ‘ABD:Madalayonun Öbür Yüzü’ kitabında verilmiştir). Öncelikle kolay ulaşılabilmek üzere coğrafi olarak serpiştirilmiş altı patent kütüphanesi vardı. Kaynağın Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından ayrılması gerekiyordu. Dolayısı ile DPT’nin onay vermesi gerekiyordu.

DPT müsteşarının birgün uçakta yanına ABD’li bir patent avukatı düşmüş. Avukat müsteşar beye ‘Patentler önemlidir!’ demiş. Bir Amerikalıdan böyle bir beyan hafızasında yer etmiş. Onun sayesinde müsteşar bey konuyu duyunca kesip atmadı, ancak ‘Altı olmaz ama bir tane olur’ dedi.

RAPID PATENT

Mikrofilmleri imal eden ‘Rapid Patent’ firması ile irtibat kurdum. Ayrıyeten onlar aracılığı ile ABD’li patent hukukçularına patentleri anlattırmak üzere Ankara, İstanbul ve İzmir’de birer seminer düzenlettirdim. Aslında bu seminerleri -hem ABD’deki hem de Türkiye’deki düzeni bilen biri olarak- benim vermem daha uygun olurdu. Ama Türk’ün Türk’e karşı güvensizliği, kıymet vermemesi ve yabancılara Türk’ten daha cok inanmalarından dolayı, bu seminerleri ABD’li avukatlar verdi.

Rapid Patent şirketi o zamanlar (1980’li yıllar) ABD Patent Ofisi ile kontratlı çalışarak ABD patentlerini mikrofilm haline getiren, tüm dünya patent kütüphanelerine satan tek kuruluş idi. Türkiye’ye gelecek arşivle ilgilenen şirket yetkilisine gelişmekte olan ülkeler arasında en çok hangilerine satış yaptıklarını soruduğumda verdiği cevap beni hiç şaşırtmamıştı: Güney Kore, Taiwan, Çin. Aynı şirket yetkilisi, mikrofilm sistemleri ve patent kütüphaneleri gelişmeden evvel ABD’deki üretim firmalarının Ar-Ge departmanlarının ABD patent kütüphanesinde üstlenmiş ekiplerinin yeni ve eski patentleri nasıl araştırdıklarını da anlatmıştı. Her şirketin Ar-Ge departmanından bir ekip, patent kütüphanesinde nöbetleşe çalışırlarmış. Diğer bir deyişle, patent ofisin çalışma salonunda ekibi olmayan üretici şirket yok imiş.

T.C.’NİN İLK PATENT KÜTÜPHANESİ

Türkiye’nin tek patent kütüphanesi geldi, hiç ilgisiz bir yere, Türk Standartlar Enstitüsü’ne yerleştirildi. Üç kişi eğitim için Rapid Patent’e gitti, geldikten sonra patent kütüphanesinde çalıştırılmadılar. Derken benim danışmanlığını yaptığım bakan ayrıldı. O arada ABD patent kanunu ile içtihatları da içeren geniş bir rapor hazırlamıştım. Giden bakanın arkasından gelen iki bakan (takriben bir yıl içinde) ne konuyu duymak ne de hazırladığım raporu okumak istediler.

1989’da istifa ettim. Hazırladığım raporu genişlettim, ABD’deki federal yönetim sistemi ve serbest piyasa ekonomisini de ekledim. Bir kitabevi yayınlamak istedi. Telif ücretini kitap olarak istedim. 80 tane kitap etti. Onları da adreslerini bulabildiğim kütüphanelere gönderdim. Gayem kitaptaki bilgileri mümkün olduğunca çok kişiye erişilebilir kılmaktı...

Derken oldu zaman 21. yüzyıl, internet çıktı. Birçok okurun dileği üzerine, kitabı ve ek bilgileri ilgilenenlere referans olabilsin diye bu siteyi hazırladım.

Tüm okuyanlara sevgilerimle...



* Reference desk: ABD’de kütüphanelerde diğer ülkelerdekine banzer, referans masası bulunuyor. Ancak ABD’dekilerin diğer ülkelerden farkı, bu masada çalışanların bilginin yayılması konusunda uzman, bir soru ya da sorunla gittiğinizde, onu halletmek için seferber olmaları.